Uzun zaman önce, solun temel damarı Gezi Direnişi sonucunda çatlamadan. Gündelik olarak çıkmaya başlayan SoL gazetesinde bir köşem vardı. Bilim çıkışlı ama elimden geldiğince de geniş perspektifli yazılar yazmaya çalışıyordum. Orada 10 yıl kadar önce çıkan bir yazımda (https://haber.sol.org.tr/yazarlar/tonguc-rador/sinava-kurban-edilen-bilim-85546) üniversite sınavının lise eğitiminin nasıl altını oyduğu üzerine fikirler paylaşmıştım. Sonrası Gezi sonrası, ve diğer fecaatler. Hala bir ümit besliyordum. Ama artık pek değil.

Yakınlarda gördüğüm bir twit beni üzdü. Bir öğrenci üniversitenin son sınıfında yurtdışı başvurularla mı uğraşacağı yoksa dördüncü sınıf dersleriyle mi cebelleşeceği üzerine serzeniyordu. Tehlike demektir. Hoş üniversite eğitimi yaklaşık son 10 küsur yıldır dünya çapında da bir tartışma konusu. Çok oylumlu, bu konuda çok okuyorum ama burada sadece tek açıya yoğunlaşmak istiyorum. Açayım.

Beyin göçü Türkiye’nin en önemli sorunu şu anda ama aslında hep bir ölçüde sorun olmuştur. Mesela mensubu olduğum Boğaziçi Üniversitesi bu beyin göçünün temel rampalarından biridir. Eskiden de bazı hocalarımız bu görevi oldukça benimsiyordu, ama azınlıktaydılar. Fakat günümüzün sosyal ve ekonomik durumu, yurtdışına gitmeyi bir gelişim aracı olarak görmeyi değil, neredeyse bir varoluş sebebi olarak görmeyi zorluyor ve popülist yaklaşımları besleyen bir ortam oluşturuyor. Türkiye gibi hemen her vehçesi cemaat alışkanlıklarıyla bezeli (sadece dini cemaatlerden bahsetmiyorum, her tür ufak olsun, büyük olsun, minik olsun, devasa olsun, cemaat türü işleyişlere teşne, sözün kısası otantik (kendinde) özgür ve hür olmayan bireyler kümelerinden bahsediyorum.) yerlerde sorunlar daha da çetrefilleşir.

Kendi gençliğimde de bu bahsettiğim yapılara akademik camiada öğrenciyken denk gelmiştim. Yapım itibariyle hep uzak durdum. Bazı arkadaşlarım bu yapıların zorladığı davranış biçimlerine meylettiler ve eninde sonunda sorunlar yaşadılar. Bir gencin anlamadığı, kendinden nerdeyse bir nesil büyük olan insanların sorunları sonucu oluşmuş polarizasyonlarına, gruplaşmalarına vesaire paralelleşmesi pek fenadır. Ama Türkiye böyle bir yerdir işte. Hele hele dünya bu kadar sallanıyorken, gençlerin varoluşları bu kadar ince sicimlerle “sağlama” alınmışken.

Ama malesef. Yurdışına çıkma baskısı anlaşılan o kadar karşı konulmaz bir hal almıştır ki, artık belki de her durumun okumasında yer almalıdır. Örneğin benim gençliğimde Güneydoğu sorunları yüzünden askerliğin tecili için master ya da doktora yapmak gayet mümkün bir yoldu. Bunlarda bir sıçrama olmuştu gerçekten de. Kendim hatırladığım için bir araştırma yapmadım. Ama hadi kabul edelim bari. Şu sıralar, öğrendiğim kadarıyla Fizik bölümleri (özellikle rampa başı Boğaziçi) giderek daha yüksek puan diliminden öğrenci alıyorlar. Benim ilk tercih yazmamdaki sebep sevmekti. Ama anlaşılan şu anda yurdışına çıkış için son derece işler bir tercih olarak kabul ediliyor. Vaktinde buna benzer bir durum mesela Elektrik-Elektronik bölümlerinden Fizik kariyerine sapmaktı. Benim zamanımda bu hala özgün bir merağa bağlanabilirdi, çünkü ortam iş bulmak, hayat kurmak için sadece yurtdışına gitmek gibi bir sonsuza savrulan moda yaratmamıştı. Benim yurtdışına gitme amacımda orda kalmak ya da kalmamak hiç etkilememişti örneğin. Şu anda gördüğüm ortam böyle değil: Gitmemek ölmek gibi algılanıyor nerdeyse.

Bütün bunlar, kısacası hayatın şu andaki kurgulanamazlığı karşısındaki korku, gençlerde onulmaz bir stres ve yorgunluk yaratıyor, bu apaçık. Herşey hep ileri atılıyor. Lisede üniversite sınavına hazırlanılır, üniversitede yurtdışı başvuruya hazırlanılır, notlar hep mükemmel olmalıdır, yoksa durum fenadır. Curriculum vitae denen şey artık bir nesne olmuştur.

Bu konu o kadar yorucu ki, ortamın mesela internet fenomen eğitmenleri yaratması, bölüm programlarının gitgide kültürsüzleşmesi (bölüm mensuplarıyla beraber), mini cemaatler oluşması… Bunların birbiriyle çekişmesi gibi daha merkezi konularda yazmayı ilerki bir metne bırakıyorum. Genel bir yenilgi havası var. Ama en azından yaz geldi… Açacağım.

Fakat yine de belirtmeden geçemeyeceğim; bahsini ettiğim öğrencinin serzenişi, yani dördüncü sınıfta bu kadar dersle niye uğraşalım başvurular var, demesi sanırım işlerin temelinden sarsıldığının göstergesidir. Benim zamanımda da başvurulara 4 kredili bir ders gibi bakılırdı ama seçmeli bir ders olarak. Anlaşılan artık seçmeli değildir…